7 Ocak 2008 Pazartesi

İstemek, Yolculuk ve Ulaşmak Üzerine


The Phoenix burning to death

see through looking glass

her unborn daughter


İnsan neden yazar?” diye düşünüyorum bir süredir. Birini oturup harfleri, kelimeleri ardarda dizerek aklındakileri kağıda ya da bilgisayara dökmeye iten nasıl bir sebeptir?

Bu konuda birşeyler yazayım diye oturduğumda farkettim ki, o an beni klavyenin başına oturtan şey “yazma isteği”. “Yazmayı neden ister bir insan?” diye düşünmeye başladım böylece. Yazmak en basit tanımıyla kendini ifade etmek demek. Düşündüklerimizin hayata geçebilmesi, düşünce kırıntıları yerine birer fikre dönüşebilmesi için sözlerle ifade edilmesi gerekiyor. İfadenin kalıcı olabilmesi için de söylenmesi yetmiyor, bir yerlere yazılması gerekli.

Peki bu yazma girişimin altında sadece bildiklerini, ürettiklerini başkalarıyla paylaşma gayreti mi vardır? Bu önemli bir sebep, ancak yeterli görünmüyor bana.

Bence bir yazı yazmak istemenin en temel sebeplerinden biri kendini görme isteğidir. Yazarken uçuşan düşünce kırıntılarınızın söze dönüşürken hangi kelimeleri kullandığını görürsünüz. Fikirlerinizin hangi duyguları beraberinde taşıdığını farkedersiniz. Böylece ne olduğunuzu, kim olduğunuzu, nelerin sizde var nelerin eksik olduğunu görür ve kendinizi tanırsınız.

Kendini tanıyan insan, “ne olduğunu bilen” olduğu kadar “bundan başka ne olabileceğini de bilen” insandır. İnsan için başka olasılıkların da olabileceğini bilmek ve değişim olasılığını görmenin sonucu da istemektir...

Yazarken fark ettim ki kendimi ifade etmenin yanısıra ne istediğimi daha net görebilmek için yazıyorum. Yazarken düşüncelerimin hangi kelimeleri kendilerine aracı ettiklerini ve seçtiklerim kadar seçmediğim kelimeleri de görüp, bir sonraki hedefime giden yolumu belirliyorum.

İnsanın en değerli özelliklerinden biri olsa gerek istemek. İstemek, aynı zamanda hayal edebilmeyi, alternatifleri görebilmeyi, seçebilmeyi ve değişebilmeyi de olası kılar. Kendimizi tanıyıp, sahip olduklarımızı görüp, duygularımızı iyi tahlil etmeli ve olasılıklarımızı iyi değerlendirmeliyiz ki kendimiz için halen var olandan başkasını isteyebilelim.

Neye göre isteriz? Belki istediğimiz şeyin bizi daha mutlu edeceğini, belki daha özgür kılacağını ya da bizi farklı ve özel yapacağını umuyoruzdur. Yeni bir ayakkabı almayı, bir başka şehre yerleşmeyi hoş bir insanla tanışmayı, çok bahsi geçen bir romanı okumayı ya da yeni bir iş kurmayı isteriz. Bu olasılıkların bizi daha mutlu, daha özgür, daha farklı, daha özel yapması umududur istemek.

İstemek bir hedefi, o hedefe giden yolları ve gayreti getirir peşinden. Hedefe ulaşmak için yorulmak, öğrenmek, sabretmek, değişimi göze almak gerekir. Öncelikle hayal edebilmeli ve geleceği öngörebilmeliyizdir ki istediğimiz şeye ulaşmanın yollarını düşünüp, önümüze çıkabilecek engelleri sezip, bu yolda ödenebilecek bedelleri değerlendirip istediğimiz için çabalamaya değip değmeyeceğine karar verelim...

İstemek ve isteğine ulaşmak konusu çok kişiye yazı konusu olmuş aslında. İstemeye, isteğine ulaşmaya, motivasyona (güdülenmeye), ya da bu yoldaki hayal kırıklıklarına dair pek çok hikaye, roman, ders kitabı var. Hatta kağıda yazılmayan fakat toplumların bilinç dışına yazılarak nesiller boyu söylenegelen efsanelerde bile bu konular işlenmiş. Simurg efsanesi de bunlardan biri. Simurg bir kuş. Kuşların şahı bir kuş. Hoş bir öyküsü var.

Kuşların hükümdarı olan Simurg, Bilgi Ağacı'nın dallarında yaşar ve her şeyi bilirmiş. Bu kuşun özelliği gözyaşlarının şifalı olması ve yanıp kül olarak ölmesi, sonra kendi küllerinden yeniden dirilmesiymiş...

Kuşlar Simurg'a inanır ve onun kendilerini içinde bulundukları sıkıntılardan kurtaracağını düşünürmüş. Kuşlar dünyasında bir şeyler ters gittikçe onlar da Simurg'u bekler dururlarmış.

Ne var ki, Simurg ortada görünmedikçe kuşkulanır olmuşlar ve sonunda umudu kesmişler. Derken bir gün uzak bir ülkede bir kuş sürüsü Simurg'un kanadından bir tüy bulmuş. Simurg'un var olduğunu anlayan dünyadaki tüm kuşlar toplanmışlar ve hep birlikte Simurg'un huzuruna gidip yardım istemeye karar vermişler.

Simurg'un yuvası, etekleri bulutların üzerinde olan Kaf Dağı'nın tepesindeymis. Oraya varmak için ise yedi dipsiz vadiyi aşmak gerekirmiş, hepsi birbirinden çetin yedi vadi...

İstek,

aşk,

marifet (beceri),

istiğna (yetinme, gönül tokluğu),

tevhit (biraraya gelme, işbirliği),

hayret (şaşkınlık) ve

yokluk (yokoluş, ölüm) vadileri...

Kuşlar, hep birlikte göğe doğru uçmaya başlamışlar.

İsteği ve sebatı az olanlar, dünyevi şeylere takılanlar yolda birer birer dökülmüşler. Yorulanlar ve düşenler olmuş...

'Aşk Vadisi'nden uçmuşlar önce...'. 'Ayrılık denizinden geçmişler...'. 'Hırs ovası'nı aşıp, 'kıskançlık gölü'ne sapmışlar...'

Kuşların kimi ' Ayrılık denizi'ne dalmış, kimi 'Aşk vadisi'nde kopmuş sürüden... Kimi hırslanıp düşmüş ovaya, kimi kıskanıp batmış göle...

Önce Bülbül geri dönmüş, güle olan aşkını hatırlayıp; Papağan o güzelim tüylerini bahane etmiş; Kartal, yükseklerdeki krallığını bırakamamış; Baykuş yıkıntılarını özlemiş; Balıkçıl kuşu bataklığını.

Yedi vadi üzerinden uçtukça sayıları gittikçe azalmış.

Ve nihayet beş vadiden geçtikten sonra gelen Altıncı Vadi 'şaşkınlık' ve sonuncusu Yedinci Vadi 'yokoluş'ta bütün kuşlar umutlarını yitirmiş...

Kaf Dağı'na vardıklarında geriye otuz kuş kalmış.

Sonunda sırrı sözcükler çözmüş:

Farsça 'si' 'otuz' demektir...

'murg' ise 'kuş'...

Simurg'un yuvasını bulunca anlamışlar ki; 'Simurg - otuz kuş' demekmiş.

Onların hepsi Simurg'muş.

Otuz kuş, anlamışlar ki kendilerini kurtarsın diye aradıkları sultan kendileridir ve gerçek yolculuk kendine yapılan yolculuktur.

İran efsanesindeki Simurg, bizim masallarımızdaki Zümrüd-ü Anka, Lübnan ve Beyrut'tan çıkıp hristiyanlıkta yeniden doğuşun simgesi haline gelen Phoenix, Çin'de yarı canavar yarı kuş Fenghuang, Rusya'da Ateşkuşu adını alan kuş, aynı bilinçdışı yazının, aynı efsanenin kahramanıdır. Bu efsane kuş şifalıdır, iyileştirici ve kurtarıcıdır, dişidir (üretkendir). Alev alev yanarak ölümü, kendi küllerinden yeniden doğarak hayatı, bu döngüsü ile ölümsüzlüğü çağrıştırır.

İstemek ve hedefe ulaşmak da kendi küllerinden doğan bir kuş değil midir?

Ulaştığımız her hedef gözlerimizi yeni hedeflere çevirmemize yol açmaz mı?

Kendimize yaptığımız her yolculuğun kendi içimizde yeni bir “ben” keşfetmemize yol açtığı ve biten her yazının yeni bir yazının öncülü olduğu gibi...


Görüşmek üzere...

Dr. Ayşegül Sütçü Yıldırım


1 yorum:

efrasiyab dedi ki...

Daha ilk paragrafın sonunda sorunun cevabını vermiştim. george orwell'dan bir alıntı yapmıştım hemen. "insan sevilmekten çok anlaşılmak ister" deyip geçecektim. ama olmadı. işler ikinci ve üçüncü paragrafta sarpa sardı.:) evet haklısınız. yazmak sadece anlaşılmak için değil. öyle olsaydı kendi yazdığım yazıyı döne döne okumazdım. kendimi anlamak istiyorum. bazen ben kendime aşıkmıyım acaba diyorum. bu sağlıklı değil diyorum.:) insan kendi yazdığını neden okur. zaten sen yazdın.:) ama kendime dair çok şey görüyorum. işin garibi yazarken fark etmediğim şeyleri okurken fark ediyorum.

garibime giden diğer mevzu ise şu.
geçenlerde bir arkadaşa şöyle demiştim,

o zaman tarih yalan hocam:), her sistem kendi tarihini yeniden yazar, kendi kalemlerince. peki gerçek ne_? benim bir teorim var. bence her sistemin takım elbiseli göbekli yöneticileri her mevzuya parmak atarda bir tek mitolojiye dokunmaz. çünkü o deli saçmasıdır. gerek yoktur müdahale etmeye. ama ben inanıyorum ki gerçek tarih mitolojide, onun kendine has dilinde şifrelenmiş. ben bu dili çözecem. nobel ödülünü alacam. ve orhan pamuk'a new york ta komşu olacam.
demiştim.:):)

o da gülmüştü. şimdi siz toplumların biliç dışına yazılan bir hikaye deyince benim haklılığım bir kez daha kanıtlandı. bunu o arkadaşa söyleyeceğim.:)

ve son şey gene ilginç. belki toplumsal bilinçle ilgilidir. daha geçen haftalarda bu yasak ağaç konusu aklıma takıldıydı ve ben bunula ilgili daha dün bir masal yazdım. gerçi siz olaya aşk nazarından bakmışsınız ama olsun. en azından benzer bir başlangıç noktamız olmuş.

bu arada ben efrasiyab. :)tanıştığımıza memnun oldum hocam. saygılar.