23 Şubat 2008 Cumartesi

Zamanın Acelesi Yok



Giderek hızlanıyoruz.

Zaman sabit hızla devam ederken yoluna, biz hızlandıkça değişiyoruz.

Geçtiğimiz yüzyılda icat edilen bir gerecin hayata geçirilmesi yıllar alırken ve yeni bir icat ancak bir sonraki nesle nasip olurken, artan gelişim hızı sayesinde teknolojik gereçler neredeyse her gün güncelleniyor. Bugün aldığımız elektronik cihaz ertesi gün eski nesil olarak nitelenebiliyor. Gidişat bilimkurgu romanlarındaki teknolojik düzeylere ulaşmamızın her geçen gün daha hızla yaklaştığı müjdesini veriyor bize. Dertlere derman olabilecek bir buluşun gerçekleşmesi an meselesiyken ve bu nedenle durum umut vericiyken, giderek artan ivme nedeniyle bir o kadar da baş döndürücü.

İnsanoğlu iki ayağı üzerine kalkıp yürümeye başladığından beri ilerliyor ve değişiyor.

Dört buçuk milyar yıl yaşındaki dünyamızda ilk insan türünün ortaya çıkması 3,5 milyon yıl önceye rastlıyor, değişik türleri olsa da insanların ileri tür sayılabilecek günümüzdeki bizi de kapsayan çağdaş tipte düşünebilen insan ırkı ise ancak son 200 bin yıldır varlığını sürdürüyor.

İnsanoğlu yeryüzünde sadece 200 bin yıldır yürüyor.

İnsanlar günümüzden 5200, milattan ise 3200 yıl önce düşüncelerini yazıya dökmeyi akıl ettiler. İlk yazıdan ancak 3200 yıl sonra takvimi bularak 200 bin yılın sadece son 2008 yılını saymayı akıl edebildiler.

İnsanlık tarihinde bir dönemden daha ileri bir döneme geçiş son 250 yıla kadar hep uzun süreler aldı. Genelde sabit ve yavaş bir hızla ilerledi keşifler.

Teknolojik gelişim hızının artmaya başlaması, insanın seyahat hızının artmasına denk geliyor. Sanayi devrimi olarak tanımlanan dönem 18. yüzyılın sonu ve 19. yüzyılda ilk buhar makinesinin bulunmasıyla ilk makineler ve sonrasında da diğer keşifler birbiri ardına gelişti. Taşıt icat oldu.

Her bir keşif yenisine yer hazırladı, işini kolaylaştırdı, giderek daha fazlasının arayışlarına çıkan insan daha çok hızlanırsa daha fazla üretebileceğini gördü.

Seyahatler de hızlandı elbette. Hızlı trenler ve uçaklarla ülkeler arası yolculuklar saatlere sığdırılır oldu. İnsanlar hızlandıkça özgür hissetti, güçlü hissetti, 200 bin yıldır yürüyen insan artık yürümek zorunda değildi.

Hızlı trenlerden bakıldığında ağaçlar, evler, köyler görülemiyordu artık. Hızla sarılan bir film şeridi gibi geçip gidiyordu manzaralar ve hiçbiri birbirinden ayrılamıyordu. Oysa güzellik ayrıntıda gizliydi, ayrıntı da süreci fark etmekte. İnsanlar geçtikleri yola bakmayı unuttular.  Varılacak son önem kazanırken, süreç değerini yitirdi.

Günlük hayatta da iş hayatında da özel hayatlarda da durum aynıydı. Süreci kolaylıkla ihmal edebiliyorduk artık. Hedefe ve sonuca yönelik yaşar olduk. Birlikte vakit geçirmenin sıcak keyfi yerini, birlikte yapılıyor süsü verilmiş ama aslen tek başına TV izlemelere bıraktı. İşyerlerinde hızlı çalışan bilgisayarlar, uzun saatler süren sohbet eşlikli ekip çalışmalarının yerini aldı. Yolda komşularla karşılaşılmaz oldu, uzun çay sohbetleri yerini sanal arkadaş listelerinden seçmece yapılan sanal atışmalara bıraktı. Gerçekte lezzet sohbetteki incelikli duyguda saklıydı, ama duygu yerini çoktan smiley'lere bırakmıştı.

Hızlı trenlerle görünmez olan yol manzarasının yiten ayrıntıları gibi, hızlanan günlük yaşamda insana dair ayrıntıları ve incelikli duyguları göremez olduk. Başarmak, daha az zamanda daha fazla yol almak demek oldu. Daha kısa sürede daha çok para kazanmak, daha erken yaşta daha yüksek mevkilere ulaşmak, kısacası daha hızlı yaşamak başarıyı tanımlar oldu.

Bütün bunları neden mi yazdım. Bazen günlük yaşamdaki hızdan başım dönüyor gibi oluyor da ondan. Akşam başımı yastığa koyup günün muhasebesini yaptığımda, eskisinden daha az duygu, daha fazla telaş görüyorum. Günlük telaşlar içerisinde giderek daha fazla ayrıntıyı kaçırdığımı düşünüyorum. Zamanı yakalamak için hızlandıkça, daha gerisinde kalıyorum, sanki peşinden daha hızlı koşmam gerekiyor. Oysa garip, zaman sabit hızla akıyor.

Koşuşturmalar arasında o anki telaşımı fark edebildiğimde bunu düşünüyorum, yani zamanın asla telaşlanmadığını. O zaman adımlarım yavaşlıyor, yoldan geçenlerle selamlaşıp, komşunun kızının ne kadar da büyümüş olduğunu fark edebiliyorum, daha fazla gülebiliyor, daha fazla duygulanabiliyorum böylece ve gece muhasebelerinde kendime evet bugün güzel yaşadın diyebiliyorum.

Bu yazıyı bunun için yazdım, eğer bir gün siz de bir telaş hissederseniz, aklınızda olsun diye: Zamanın hiç acelesi yok.

Dr. Ayşegül Sütçü Yıldırım

8 Şubat 2008 Cuma

Karar Anının Rastlantısal Bilinmezliği Üzerine Bir Denemedir




Yaşamınızın kontrolü kimde?

Yaşamınıza yön verirken iplerin ne kadarını kendi elinizde hissediyorsunuz?

Pek çoğunuzun yaşamımın kontrolü benim elimde değil, kaderime razı oluyorum dediğini duyar gibiyim. Elbette haklı tarafları var bu söylemin. Yeryüzünde gidişatımızı belirleyen bazı kontrol dışı etmenler olduğu doğru iklim, doğa olayları, sağlık sorunları, genetik özelliklerimiz gibi. Öte yandan ise pek çok etmen aslında tamamen kendi kontrolümüz altında. Kendi hayat senaryolarımızı kendimiz yazıyoruz. Senaryonun şimdiki sahnesinde neyi seçip neyi seçmediğimiz belirliyor bir sonraki sahneyi.

Yaşamımızın ilk yıllarından itibaren farkında olarak ya da olmaksızın sürekli seçimler yapıyoruz. Çocukluk yıllarımızda bile her ne kadar anne babamızın kontrolü üzerimizde olsa da, bilerek ya da bilmeden, içgüdüsel ya da bilinçli kendi seçimlerimizi yapıyoruz. Süt içmeyi ya da içmemeyi, uykuya peluş ayıcıkla ya da bez bebekle dalmayı, pembe pantolonu değil mavi eteği giymeyi farkında olmasak da kendimiz seçiyoruz. Giderek seçimlerimiz hayatımızın gidişatını daha fazla etkileyecek seçimler haline gelmeye başlıyor. Okuldaki ilk arkadaşımız, mahalledeki oyun arkadaşlarımız, kalbimizi çarptıran ilk çocukluk aşkımız tümüyle bizim seçimlerimizin birer ürünü, ve elbette bu kişilerle yaşadığımız ilişkiler ve deneyimler de özenle oluşturduğumuz benliğimizin ilk öncülleri.

Kim olduğumuzu akranlarımız arasından seçtiğimiz en yakın arkadaşlarımıza göre tanımlayarak büyüyoruz. Kimi özelliklerini seçip kendimize mal ediyoruz arkadaşımızın, kimi özelliklerini ise reddedip kendimizi ondan ayrıştıran yanlarımızı koruyoruz. Ergenlikte zirveye ulaşan bu akranla özdeşim, benzer giyim tarzları, benzer ilgi alanları, benzer konuşma tarzı ve mimikler gibi kimliğimizi oluşturan en ince ayrıntılara kadar varıyor.

Yaşamımız boyunca her an seçimlerle burun buruna kalıyoruz. En dikkat çekmeyecek seçimlerimiz bazen yaşamımızdaki en beklenmedik sonuçları ekliyor hayat senaryomuza. Diyelim ki bir on dakika daha uyumayı ya da evden daha geç çıkmayı seçiyoruz, A otobüsüne değil B otobüsüne biniyoruz ya da hiç istemediğimiz bir toplantıya bir uğrayayım diyoruz ve hayatımızın akışı değişiyor. Aradaki bağıntıyı bilmek de gerekmiyor hatta, hangi seçimin hangi sonuca ulaştığını ilk bakışta kestirmek çok zor.

Yaşayıp giderken hayatı, herşeyin hoş bir rastlantılar zinciri olduğunu da düşünebilirsiniz, kader olduğunu da... Aslolan ise seçimlerimizdir. Asıl rastlantı, seçtiklerimizi seçme anında olandır.

Karar almak için uzun zamana yayılmış bir düşünme ve olgunlaştırma süreci gereklidir genellikle. Vereceğimiz karar rastlantılara bırakılmayacak kadar önemlidir bizim için. Bence karar vermek karar almaktan farklı bir eylemdir. Karar alırken fikirler belli bir süreçte olgunlaştırılır, ancak son karar o tek karar anında verilir. İşte rastlantılar sadece o karar verme anında söz konusu olabilir. Aylarca düşünüp karar aldığınız bir konuda son anda fikir değiştirip aksi yönde karar verdiğiniz olmuştur sizin de. İşte bazen o tek anlık karar, yaşamın içerisinde biryerlerdeki o minik rastlantı sizi şimdiki siz yapandır.

Öte yandan o son andaki seçimler rastlantılardan çok bilinçdışı süreçlerin etkisiyle veriliyor da olabilir. Dil sürçmeleri nasıl ki bilinçdışımızın bize farkettirmeden bilince açılan delikleriyse, belki bu anlık rastlantılar da bilinçdışının kendini farkettirme gayretidir.

Belki de onun içindir kararlarınızda yüreğinizin sesine kulak vermenizin ya da ilk aklınıza gelenin doğru olduğunun söylenegelmesi.

Karar alırken olgunlaştırma süreci ne uzunlukta olursa olsun, kararınızı verirken bu rastlantılar ya da bilinçdışınız size oyunlar oynuyor olursa olsun ve bu karar anı seçimleri sizi hangi sonlara olaştırırsa ulaştırsın, engellemeyin kendinizi. Seçmek, seçerken diğer seçeneklerden ayrılabilmek olgunluktur. Karar vermek cesarettir. Tüm bunlardan önemlisi, seçimlerimiz ve kararlarımızın sorumluluğunu alıp, sonuçlardan bir başkasını, kötü kaderi, kör talihi ya da kara kedicikleri sorumlu tutmamaktır.

Hepinize karar anlarında tatlı rastlantılar diliyorum.

Görüşmek üzere.

Dr. Ayşegül Sütçü Yıldırım